Ergenliğe Geçişte Duygularla İletişim Becerileri kitabı raflarda

Ergenlik ve ergenliğe geçiş hem gencin kendisi, hem de ailesi için büyük değişimler ve iniş çıkışlar
içeren çalkantılı bir dönemdir. Çoğu zaman sancılı geçen bu dönemde gençler ve aileleri bu durumla
başa çıkmakta zorlanabilir.
Çevirisini yaptığım “Ergenliğe Geçişte Duygularla İletişim Becerileri” kitabı bu dönemde, gençlere kim
olduklarını, onlar için neyin önemli olduğunu anlamalarını sağlayacak ve kendilerini ifade etmelerine
yardımcı olacak etkinlikler ve projeler içeriyor.
Terapistler, sosyal hizmet uzmanları ve rehber öğretmenler için çok yararlı bir kaynak olan bu kitabı
buradan inceleyebilir ve satın alabilirsiniz: https://www.kitapkoala.com/kitap/ergenlige-geciste-
duygularla-iletisim-becerileri-bonnie-thomas-9786057628190

Medyadaki Şiddet İçerikleri Çocukların Ruhsal Gelişimini Nasıl Etkiliyor?

İçinde bulunduğumuz çağda internet ve televizyon şüphesiz ki hepimizin hayatında önemli bir yer kaplıyor. Akıllı telefonlar, tabletler, bilgisayarlar en temel iletişim ve haber alma aracı olarak günlük hayatımızı işgal etmiş durumda.  Peki, biz yetişkinler bile medya tüketimimizdeki dengeyi korumakta zorlanırken çocuklarımızın medyayla olan ilişkisini nasıl yönlendiriyoruz? 

Uzun yıllardır çocuklarla çalışan bir psikolog olarak çocukların medya tüketiminde gözlemlediğim iki temel problem var: Medya araçlarıyla fazla zaman geçirmeleri ve yaşlarına uygun olmayan içeriklere maruz kalmaları.

Bu iki problemde de ne yazık ki ebeveynlerin payı yüksek. İlgi isteyen, yaramazlık yapan, sessiz durması istenen çocuğu kısa bir süreliğine de olsa tablet ya da televizyonla oyalanmasını sağlamak masum bir çözüm gibi gözükse de bu durum uzun vadede, video izlemeden yemek yemeyen, televizyon karşısından ayrılmak istemediği için uyku düzeni bozulan ya da telefonla oynamak dışında hiçbir şeyden keyif alamayan çocuklar yaratıyor.

Akıllı telefon, tablet, televizyon gibi medya araçlarının çocuklar üzerindeki etkilerinin yaş gruplarına göre farklılaştığını söylemek de mümkün.

Örneğin, 0-3 yaş sosyal, dil ve motor becerilerin hızla geliştiği bir dönemdir. Bu dönemde çocuklarla konuşmak, sevgi ve güven ihtiyaçlarını karşılamak, oyun oynamak onun bu becerilerine katkı sağlar. Böyle bir dönemde ebeveynle geliştirilen karşılıklı bir iletişimin yerini çocuğun hareket ve davranışlarına tepki vermeyen cansız bir uyaranın alması bu becerilerin gelişimine zarar verecektir. Bu yaşlar çocuğu dijital ekranlarla tanıştırmak için çok erkendir.

4-7 yaş arası dönem ise çocukların gördükleri, izledikleri her şeyden yoğun olarak etkilendikleri bir dönemdir. Bu yaş grubunda soyut düşünce kavramı henüz oluşmamıştır. Bu nedenle televizyonda gördüklerini gerçek olarak yorumlarlar. Gerçek dışı mesafelerden atlayabilen, uçurumdan düştüğü halde hiçbir şey olmamış gibi koşmaya devam eden bir çizgifilm karakteri çocukta aynı hareketleri yapabileceği algısını yaratabilir.

Bu yaşlarda çocuklar televizyonda ya da bilgisayar oyunlarında gördüğü şiddet sahnelerinden çok korkabilir ya da bu tarz sahnelere çok maruz kalması şiddete karşı duyarsızlaşmasına neden olabilir.

7 yaşından sonra çocuklar televizyonda ya da oyunlarda gördükleri ile gerçekleri ayırt edebilmeye başlar. Bu yaşlarda çocuklar kontrollü olarak medya araçlarıyla tanıştırılabilir. Ancak izleyecekleri programlar, oynayacakları oyunlar yetişkinler tarafından titizlikle seçilmeli ve takip edilmelidir. Çünkü her ne kadar kurguyu gerçekten ayırt edebilecek yaşa gelmiş olsalar da televizyon yayınları ne yazık ki gündüz saatlerinde bile çocuklara uygun olmayan pek çok içerik barındırabilmektedir. 

Özellikle son dönemlerde popüler olan mafya ve aşiret dizilerin zihinsel ve duygusal gelişimini henüz tamamlayamamış çocuklarda davranışsal sorunlara yol açtığı ve ileri yaşlarda da telafisi zor hasarlara neden olduğunu ne yazık ki sıklıkla gözlemliyoruz. Çocukların bu tarz diziler aracılığı ile henüz hazır olmadıkları duygu ve davranışlara maruz kalmaları, bu davranışların doğruluğunu, yanlışlığını tam olarak sindiremeden kendi oyunlarına ve arkadaşlıklarına aktarmalarına neden oluyor. Çocuklar arasındaki yaşanan itiş kakışlarda çoğu zaman bu dizilerdeki karakterlerin taklidini görmek mümkün.

Peki, anne baba olarak çocuklarımızı medyanın yoğun ve yanlış kullanımından nasıl koruyabiliriz?

Günümüz dünyasında çocukları yaşları küçük olsa dahi ekranlardan tamamen uzak tutmanın her zaman çok mümkün olmadığı bir gerçek. Siz evde gerekli düzenlemeleri yapsanız bile dışarıdaki herkesten aynı hassasiyeti görmeyebilirsiniz. Ancak aşağıdaki maddelere dikkat ederek çocukları medyanın yıkıcı etkilerinden koruyabiliriz:

  • Her şeyden önce, anne baba olarak doğru bir rol model oluşturun. Çocuğunuzun uyanık olduğu saatlerde telefon, bilgisayar ve televizyon kullanımınızı minimumda tutun. Sizin ilginizi telefonda gördüğü sürece telefon onun için giderek daha cazip hale gelecektir.
  • İstemeden de olsa uygun olmayan bir içeriğe maruz kaldıysa bununla ilgili konuşun, ne hissettiğini anlatmasını teşvik edin. 
  • 7 yaşından sonra da medya kullanımında kontrolü elden bırakmayın. Zaman kısıtlamalarından, uyku ve yemek saatlerinden ve okulla ilgili sorumluluklarından taviz vermeyin.
  • Telefonda, tablette ya da televizyonda takip ettiği içerikleri mutlaka bilin, gerekli durumlarda yaşına daha uygun içeriklere yönlendirin. Bu konuda telefon, tablet ve bilgisayarlar için çocuk modu seçeneğini kullanın.
  • Telefon, bilgisayar ya da televizyona alternatif olarak keyif alacağı başka aktiviteler yaratın. Birlikte oyun oynayın, dışarıda vakit geçirin, yaşıtlarıyla sosyalleşmesini sağlayın. Enerjisini atabileceği spor aktivitelerine ve sevebileceği hobilere yönlendirin.

Bilinçli Ebeveynlik ve Helikopter Ebeveynlik Arasındaki İnce Çizgi

Çocuğunuzu çok seviyorsunuz, onu her türlü kötülükten korumak istiyorsunuz, ona daha iyi bir hayat vermek için her şeyi en ince detayına kadar planlıyorsunuz. Bir ebeveyn olarak bunları hissetmek kadar doğal bir şey yok. Ama acaba bunları yaparken fark etmeden çocuğunuzu hayata karşı daha savunmasız hale getiriyor olabilir misiniz?

Son yıllarda, “bilinçli ebeveyn” kavramının kontrolden çıkıp aşırı ebeveynliğe dönüşmesine çok sık rastlıyoruz. İyi ebeveyn olmakla ilgili kaynakların yaygınlaşması anne babaların doğru bilgiye daha kolay erişebilmesini sağlarken aynı zamanda standartları yükseltip onların kaygılı ebeveynlere dönüşmesine de neden olabiliyor.

1969 yılında Psikoterapist Haim Ginott’un küçük bir çocuk olan danışanının annesinin davranışlarını tanımlamak için yaptığı helikopter benzetmesi üzerine bu durum literatüre “Helikopter Ebeveynlik” olarak girmiştir. Çocuğun etrafında pervane gibi dönen, her şeye onun adına karar veren ve uygulayan ebeveynleri tanımlamak için kullanılır.

Günümüzde zorlaşan hayat şartları, maratona dönen sınav sistemleri, rekabetin artması, gelecek kaygısı gibi etkenler ailelerin çocuklarıyla ilgili kaygılarını artırmakta, onları daha müdahaleci olmaya itmektedir. Ailelerin bu tutumu genelde iyi niyetli olsa da helikopter ebeveynler tarafından yetiştirilen çocukların yetişkinlik döneminde kaygı bozukluğu, özgüven eksikliği, sorun çözmede yetersizlik gibi sorunlar yaşama olasılığı daha yüksektir.

Helikopter ebeveynlerin ortak özellikleri:

  • Gündemleri hep çocuklarıdır.

Çocukları yanlarında olsun olmasın sürekli onlardan bahsederler. Kendi arkadaşlarının yanındayken bile başka konulara odaklanmakta zorlanırlar. Hatta çocuklarıyla ilgili konulardan başkalarına bahsederken sıklıkla “biz” dili kullanırlar. “Ödevimiz var.”, “Karnımız ağrıyor.” gibi. Bu tür ifadeler ebeveynin çocuğuyla sağlıklı ayrışamadığına, onu kendisinin bir tür uzantısı gibi gördüğüne işarettir.

  • Çocuklarına sorumluluk vermezler.

Helikopter ebeveynlerde en sık görülen tutumlardan biri çocuklarına sorumluluk vermekten kaçınmalarıdır. Çocuklara yaşlarına uygun sorumluluklar verilmesi gerekirken aşırı korumacı davranan anne babalar her şeyi onların yerine yapar. Ortaokul çağındaki çocuğun odasını annesi toplar, okula tek başına gidebilecek bir çocuğu babası okula bırakır, arkadaşlarıyla yaşadıkları en ufak bir sorunda aileler olaya dahil olur. Bu şartlarda büyüyen bir çocuktan da sorumluluk alma ve sorun çözme becerisi geliştirmesi beklenemez. 

  • Mükemmeliyetçidirler ve başarısızlığa tahammülleri yoktur.

Her şeyi çocuklarının yerine yapmayı alışkanlık haline getiren ebeveynler iş okul durumuna ve farklı rekabet ortamlarına gelince mutlak başarı ve galibiyet beklerler. Bekledikleri başarıyı göremediklerinde de öğretmeni suçlamaya meyillidirler. Bu durum, çocuğun yenilgi ve hayal kırıklığıyla sağlıklı bir şekilde başa çıkmayı öğrenememesine neden olur. 

Helikopter ebeveynliğin olası sonuçları:

Helikopter ebeveynler tarafından yetiştirilen çocuklar sorumluluk bilinci edinemezler. Bir anne çocuğunun ödevi olup olmadığını öğretmenine sorarak kontrol ettiği sürece o çocuğun ödevini hatırlaması beklenemez.

Kendi sorumluluklarını yerine getirmeyi öğrenemeyen bir çocuk yetişkinlik hayatında da kendi kendine yetme konusunda sorunlar yaşar. Bu da özgüven eksikliği ve kaygı bozukluğu ihtimallerini beraberinde getirir.

Helikopter ebeveynlik yollarının iyi niyet taşlarıyla döşeli olduğunu bilsek de çocukların davranışsal ve duygusal gelişimlerini desteklemek adına zaman zaman olumsuz duygu ve durumları da deneyimlemelerinin önünü açmak gerekiyor.

Mevsimsel Depresyonla Nasıl Mücadele Edilir?

Emotions conceptual image. Sad and lonely person sitting in dark forest.

Kış başlangıçları pek çok kişi için ruhsal iniş çıkışlara gebedir. Bu dönemde kişilerde depresyon benzeri semptomların görülme sıklığı artar. Geçmeyen yorgunluk hissi, uyku problemleri, günlük sorumluluklara karşı isteksizlik, iştahta azalma bu semptomların başında gelir.

Sonbahar depresyonu ya da mevsimsel depresyon olarak adlandırılan bu durumun temel nedeni mevsimsel dönüşlerinin beyin kimyasında yol açtığı değişimlerdir. Gün ışığının azalması, mutluluk hormonu olarak da bilinen serotonin hormonunun  salgılanmasını yavaşlatır. Ayrıca, vücudun uyku düzeninden ve biyolojik saatinden sorumlu melatonin hormonu da gündüzler kısaldığında daha yoğun salgılanmaya başlar. Bu da yorgunluk ve halsizliğe neden olur. Bu iki hormonun salgılanmasındaki değişiklikler kimilerinde depresyonu tetikleyebilir.

Mevsimsel depresyonun belirtileri:

  • Geceleri uyuyamama, sabahları uyanmakta güçlük çekme. Ya da yeterince uyunsa dahi geçmeyen halsizlik ve yorgunluk hissi.
  • Dikkat eksikliği ve odaklanma problemleri.
  • Duygusal iniş çıkışlar, normalin dışında yaşanan öfke patlamaları veya ağlama krizleri.
  • İştahta değişiklikler. İştahın azalması ya da aşırı artması. Şeker ve karbonhidrat oranı yüksek gıdalara yönelim.
  • Belirli bir nedeni olmayan mutsuzluk hali ve kaygı bozuklukları
  • Cinsel isteksizlik.

Bu belirtileri 2-3 haftadan uzun süre yaşayan kişiler için mevsimsel depresyon olasılığı mutlaka değerlendirilmelidir. Daha önceden depresyon geçirmiş kişilerin mevsimsel depresyona daha meyilli olacağı da göz ardı edilmemeli ve depresyonun kalıcı olmaması için bir an önce gerekli önlemler alınmalıdır.

Mevsimsel depresyona karşı alınabilecek önlemler:

  • Hava soğuk bile olsa gün içinde mutlaka dışarı çıkın. Hava kapalı da olsa dışarıda geçireceğiniz yarım saat bile vücudun gün ışığından faydalanmasını sağlayacak ve serotonin üretimini artıracaktır.
  • Spor yapın. Düzenli egzersiz yapmak vücutta biriken stresin atılmasına yardımcı olur ve enerjiyi artırır.
  • Beslenmenize özen gösterin. Bu dönemde kendinizi sağlıksız gıdalara yönelmiş bulabilirsiniz. Ancak karbonhidrat ve şeker ağırlıklı beslenmek yorgunluk hissini artıracaktır.
  • Evden çıkmanın bile zor geldiği zamanlar olacaktır. Ancak bu dönemde sosyalleşmek, sevdiklerinize vakit ayırmak, yeni bir hobi edinmek size iyi gelecektir.
  • Her şeye rağmen kendi kendinize başa çıkamadığınızı düşünebilirsiniz. Böyle bir durumda profesyonel yardım almaktan çekinmeyin. Mevsimsel depresyon daha ciddi sorunların habercisi olabileceği gibi, zamanında önlem alınmazsa major depresyona dönüşebilir.

Okula Yeni Başlayan Çocuklarda Adaptasyon Süreci


Yeni okul döneminin başladığı bu günler çocuklar için olduğu kadar aileler için de yeni bir yolculuğun başlangıcı. Okul seçimi, kırtasiye alışverişi, günlük rutinde değişiklikler derken bu süreç keyifli olduğu kadar endişe verici de olabiliyor. Kimi çocuk okul dönemini heyecan ve sabırsızlık içinde beklerken kimisi endişeli ve isteksiz. Özellikle de ilk defa okula başlayacak çocukların ailelerinin bu dönemde dikkatli adımlar atmaları gerekiyor. 

Okula yeni başlayan çocuklarda sıklıkla okula karşı geliştirilen kaygı, korku ve isteksizlik görülür. İlk defa ailesinden ayrı zaman geçirecek, evinin güvenli ortamından çıkıp tanımadığı insanların olduğu bir ortama girecek bir çocuk için bu kaygılar bir yere kadar normaldir.

Bu kaygılı dönemi olabildiğince çabuk ve sancısız atlatmak için ailelerin psikolojik olarak çocuğu okula hazırlamaları gerekir. Bu hazırlık sürecinde aşağıdaki konulara dikkat ederek çocuğunuzun endişelerini yatıştırmaya yardımcı olabilirsiniz:

Çocuğunuzla okulla ilgili konuşun.

Neden okula gitmesi gerektiğini, okulda onu nelerin beklediğini, yeni arkadaşlar edineceğini, yeni şeyler öğreneceğini anlatın. Sorularını dürüstçe ama onu korkutmayacak şekilde yanıtlayın. Okuldaki bazı kuralların evdekinden farklı olabileceğini, evde nasıl siz varsanız, okulda da öğretmeni olacağını açıklayın.

Okulu bir korku unsuru olarak kullanmayın.

“Böyle yaparsan öğretmenin kızar.”, “Bu olursa arkadaşların seni sevmez.” gibi okulla ilişkilendirebileceği tedirgin edici söylemlerden uzak durun. Okulla ilgili olumlu konuşun ve olumlu hayaller kurun. Kendi güzel okul anılarınızı, arkadaşlarınızı, öğretmenlerinizi anlatmak da okul için heveslenmesini sağlayabilir.

Sizden ayrı zaman geçirmeye alışmasını sağlayın.

Okula başlama sürecinde özellikle de annesi dışarıda çalışmayan çocuklar için en radikal değişiklik anneden ayrı geçireceği zaman. Okul başlamadan önce arkadaş ve akraba ziyaretlerinde sizsiz vakit geçireceği ortamlar yaratmak onu bu değişikliğe hazırlayacaktır.

İmkanlar dahilindeyse öğretmeni ve arkadaşlarıyla önceden tanıştırın.

Bazen böyle bir seçenek olmayabilir ancak eğer imkan varsa okula başlamadan önce öğretmeniyle ve okul arkadaşlarıyla vakit geçirmesini sağlayın. Öğretmenine ve arkadaşlarına aşina olursa ilk günler kesinlikle daha sancısız geçecektir. Bu mümkün değilse de başlayacağı okulu önceden ziyaret etmek, bahçesinde vakit geçirmek okula ısınmasını kolaylaştırabilir.

Okul alışverişine birlikte çıkın.

Okul alışverişini birlikte keyif alacağınız bir aktiviteye dönüştürün. Malzemelerin seçiminde onun tercihlerini dikkate alın. Okul alışverişi sırasında yanınızda olması sizin de okul sürecinin bir parçası olduğunuzu ve heyecanını paylaştığınızı gösterecektir.

İlk ayrılık anını dramatikleştirmeyin.

Çocuğunuzun büyüdüğünü ve okula başladığını görmek sizi de duygulandırabilir elbette. Ama hüznünüz ve gözyaşlarınız onun bu durumu farklı yorumlamasına yol açabilir. Sıcak ve neşeli bir vedalaşmayla uğurlayın ve okul çıkışı onu yine bu şekilde karşılayacağınızın sözünü verin. Sonrasında ağlamak serbest. 🙂

Okulla ilgili konuşmaya devam edin.

Okulda günün nasıl geçtiğini sorun, arkadaşlarının adını öğrenin. Okulla ilgili anlattıklarını dinleyin. İlk haftalarda adaptasyon süreci derslerden daha önemlidir. Derslerde ne öğrenip öğrenmediğiyle ilgili kendisini kötü hissettirebilecek sorulardan kaçının.

Gerekirse rehber öğretmenlerden destek alın.

Tüm bunlara rağmen çocuğunuz ilk etapta okula alışmakta güçlük çekebilir. Sabırlı davranın ve kendi endişelerinizin çocuğa da yansıyacağını unutmayın. Her çocuğun ritmi farklıdır. Bazı çocuklar değişikliklere daha kolay uyum sağlarken bazıları daha geç adapte olabilir. Bu konuda öğretmeniyle diyalog halinde olun ve rehber öğretmenlerden destek istemekten çekinmeyin.

Adaptasyon sıkıntısı devam ederse psikoterapi desteği almayı ihmal etmeyin.

Bitmeyen bir adaptasyon süreci ve dindirilemeyen kaygılar uzun vadede okul fobisine dönüşebilir. Aylar geçtiği halde çocuğunuz okula uyum sağlamakta zorlanıyorsa sorun kronikleşmeden ve başka sorunlara yol açmadan uzman psikolog desteği alın. 

Ergenlerle İletişim Kurarken Dikkat Edilmesi Gerekenler

Anne babaların çocuklarıyla ilgili en çok kaygılandığı konuların başında ergenlik geliyor. Gerçekten de ergenlik dönemi hem gencin kendisi, hem de ailesi için büyük değişimler ve iniş çıkışlar içeren çalkantılı bir dönemdir. Çoğu zaman sancılı geçen bu dönemde ailelerin bu durumla başa çıkmakta zorlanması normaldir.

Bu dönemde gençler bir tür kimlik arayışı ve kendini tanımlama çabası içine girerler. İlgi alanları değişir, dış görünüşlerine olan ilgileri ve bu konuyla ilgili kaygıları artar, daha fazla kişisel alana ihtiyaç duyarlar. Hormonların etkisiyle fiziksel olarak hızlı bir gelişim gösterdikleri gibi değişen duygusal ve sosyal ihtiyaçlarıyla da mücadele halindedir.

Tüm bunların tetiklemesiyle etrafındaki yetişkinlerle çatışmalar görülür. Okul ve derslerle ilgili sorumluklarını yerine getirmemeye, arkadaşlarını ve romantik ilişkilerini her şeyin önüne koymaya ve asi tavırlar sergilemeye başlarlar. Sık sık öfke patlamaları, ağlama krizleri, aşırı sosyalleşme çabası ya da tamamen içine kapanma gibi davranışlar yaşanır.

Aslında bu çatışma halinin tüm yükünü ergenlere ve ergenliğe atmak doğru değildir. Bu dönemde pek çok ebeveyn evlatlarının büyümekte olduğu gerçeğini kabul etmekte zorlanır ve onlara çocuk muamelesi yapmaya devam eder. Seçimlerine ve kişisel alanına saygı duyulmadığını hisseden bir genç de çözümü kavga etmekte ya da ailesinden uzaklaşmakta bulur.

Her şeyden önce ailelerin bunun normal ve geçici bir süreç olduğunun farkında olması ve ona göre davranması önemlidir. Sorunsuz ergenlik diye bir şey yoktur. Ebeveynlerin, bunun gelişim sürecinin son ve biraz karmaşık bir parçası olduğunun bilincinde olması süreci her iki taraf için de kolaylaştıracaktır.

Ergenlik dönemini mümkün olduğunca az hasarla atlatmak için aşağıdaki konulara mutlaka dikkat edilmelidir:

  • Ergenlerle iletişim kurarken yargılayıcı, küçümseyici, sorgulayıcı ifadelerden kaçının.
  • Başkalarının yanında eleştirmemeye, şikayet etmemeye, utandırmamaya özen gösterin. Düzeltilmesi gereken bir davranışı olduğunu düşünüyorsanız bunu mutlaka başbaşayken konuşun.
  • Yaşadığı sorunları anlamaya çalışın, size önemsiz gelen ufak tefek şeylerin onun için ne kadar önemli olabileceğini unutmayın.
  • Yaşıtlarıyla kıyaslamayın. Kıyaslanmak kendisini yetersiz hissetmesine neden olarak özgüven problemlerine yol açacaktır.
  • Kişisel alanına ve zaman zaman yalnız kalmak istemesine saygı gösterin. Odasını ve eşyalarını izinsiz karıştırmayın.
  • Verdiğiniz sözleri tutun ve planlara sadık kalın. Güvenini kaybederseniz, bir daha kazanmanız zor olacaktır.
  • Yaşına ve ihtiyaçlarına uygun kurallar koyun ve sorumluluklar verin. Ancak unutmayın ki aynı yaşta olsalar bile her gencin ritmi farklıdır. Birisinin üstesinden gelebileceği bir sorumluluk, diğerine ağır gelebilir. Çocuğunuzu gözlemleyin ve beklentilerinizi ona göre ayarlayın.
  • Bu dönemde flört ilişkileri normal ve sağlıklıdır. Bu konuda yasakçı ve baskıcı olmak sizden daha da uzaklaşmasına, yalan söylemesine ya da zor durumda kaldığında sizden yardım isteyememesine neden olur. Mümkün olduğunca iletişime açık davranın ancak her şeyi anlatmasını da talep etmeyin, mahremiyetine saygı duyun.
  • Cinsellikle ilgili konuşmaktan utanmayın ve kaçınmayın. İnternetten ya  da arkadaş ortamından edindiği kulaktan dolma bilgiler yanıltıcı olabilir. Konuyla ilgili doğru kaynaklardan bilgi aldığına emin olun.
  • Zaman zaman sınırlarını esneterek yeni şeyler denemesine izin verin, kendini göstermesine olanak sağlayın.

Tüm bunlara rağmen ergenliğin getirdiği sorunlarla başa çıkmak güçleşebilir. İletişim kanallarının tıkandığı, gencin kaygılarının kontrol edilemez bir noktaya geldiği durumlarda psikolojik destek almak hem ailenin yaşam kalitesini iyileştirmek, hem de sorunların uzun vadeye yayılmasını ve kronikleşmesini önlemek adına önemlidir.

Kardeş Kıskançlığıyla Başa Çıkma Yöntemleri


Kardeş kıskançlığı birden fazla çocuğun olduğu hemen her evde yaşanan, ebeveynlerin de sıklıkla yakındığı sorunlardan biri.

Oysa hepimizin zaman zaman hissettiği bir duygu olan kıskançlıkla biz yetişkin halimizle bile kolayca baş edemezken bunu çocuklardan beklememiz ne kadar doğru?

Her şeyden önce, bir anda ailesinin ilgi ve sevgisini, kendi kişisel alanını kardeşiyle paylaşmak zorunda kalan bir çocuğun bu duruma duygusal, hatta bazen fiziksel tepki vermesinin doğal olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Elbette, bunun doğal bir süreç olduğunu kabul etmek bu sorunu göz ardı edebileceğimiz anlamına gelmemeli.

İlk aylar sizi yanıltmasın.

Bazen çocuklar, günün büyük bölümünü uyuyarak geçiren kardeşlerini tehdit olarak algılamazlar. Ama bu, hep böyle olacağı anlamına da gelmez. Ne zaman ki küçük kardeş beşiğinden çıkıp büyüğün alanına ortak olmaya başlar, kıskançlık belirtileri de o zaman baş gösterebilir.

Bazen küçük kardeş de kıskanır.

Kardeş kıskançlığı genellikle büyük kardeşin, yeni doğanı kıskanması şeklinde karşımıza çıksa da, kimi durumlarda küçük kardeşler de büyüklerin yaşı nedeniyle sahip olduğu ayrıcalıkları kıskanabilir.

———————————————-

Çocukların kardeş kıskançlığıyla baş edebilmesini kolaylaştırmanın yolu bu kıskançlığın altında yatan nedeni anlamaktan geçiyor.

Kardeş kıskançlığının nedenleri:

Kardeş kıskançlığının başlıca nedeni, o ana kadar anne babasının tüm ilgisini üzerinde hisseden çocuğun kardeşinin doğumuyla birlikte yaşadığı ikinci plana atılma kaygısıdır. Hamileliğin ilerleyen aylarından doğum sonrasındaki ilk birkaç boyunca annenin odağının yeni gelen bebekte olması çocuktaki bu kaygıyı pekiştirir. Tüm bu süreçte hem annesinde hem de evdeki rutinde gördüğü değişikliklerden kaygılanan çocuk, tüm bu olan bitenden kardeşini sorumlu tutar.

Kimi zaman çocuk, kardeşli düzene adapte olmaya çalışırken bazı tanıdıkların düşüncesizce söylemlerine maruz kalır. “Kardeşin sana hiç benzemiyor.”dan “Kardeşin gelince senin pabucun dama atıldı.”ya kadar uzanan bu sözde şakalar çocuğun kardeşine dair olumsuz hislerini pekiştirebilir.

Kardeş kıskançlığının belirtileri:

Kardeş kıskançlığı sıklıkla, önceden görülmeyen hırçın davranışlarla kendini belli eder. Kendisine gösterilen ilginin azalmasından korkan çocuk şımarıkça davranışlar sergileyerek, inatlaşarak ailesinin sevgisini sınar.

Çoğu zaman bu hırçınlıktan küçük kardeş de nasibini alır. Uyuyan kardeşi uyandırması, elinden zorla oyuncağını alması, bazen kasıtlı olarak canını yakmaya çalışması bu duruma örnek gösterilebilir.

Kimi zaman ise, aslında geride bıraktığı bebeklik dönemi alışkanlıklarına geri dönerek, deyim yerindeyse kardeşinden rol çalarak anne babasından artık göremediği ilgiyi geri kazanmayı umar. Bu dönemde, tuvalet alışkanlığı kazandığı halde tekrar altını ıslatmaya başlayabilir, emziği bıraktığı halde emzik ya da biberon isteyebilir, parmak emme alışkanlığı geliştirebilir, bebek gibi konuşmaya başlayabilir.

Kardeş kıskançlığının nasıl önüne geçilir?

Her ne kadar büyüme sürecinin doğal bir parçası olsa da, kardeş kıskançlığının çocuklarda kalıcı bir hasar bırakmadan atlatılması için ebeveynlerin alması gereken belli başlı önlemler var.

  • Hamilelik süresince ön hazırlık yapın.

Çocuğa bir kardeş geleceğini uygun bir dille anlatın ve bu fikre alışması için ona zaman. Bu dönemde çocukla bol bol konuşarak, kardeşinin de ilk zamanlar tıpkı kendi bebekliğinde olduğu gibi annesinin bakımına muhtaç olacağı, bunun artık kendisini daha az sevdikleri anlamına gelmediğini anlatın.

Bunları anlatırken bebek odasını ve eşyalarını hazırlama sürecine onu da dâhil ederek bu heyecana ortak olmasını sağlamak ve böylece dışlanma kaygısının önüne geçmek iyi bir fikir olabilir.

  • Eski rutinleri devam ettirin.

Bebeğin doğumuyla birlikte büyük kardeşin günlük rutininde radikal değişiklikler yapmaktan kaçının. Örneğin, uyumadan önce beraber masal okumak gibi bir rutin varsa bunu sürdürün ki çocuk kendisinin artık önemsenmediğini düşünmesin. Bu noktada çocuğun bakımına yardımcı olan diğer kişiler arasındaki iş bölümünü sağlayın.

  • İnkâr etmek yerine anlayış gösterin.

Ne kadar özen gösterirseniz gösterin çocuğunuz bir noktada yine de kendini yalnız ya da değersiz hissedebilir. Böyle bir şeyi dile getirdiğinde inkâr etmek ve aksine ikna etmeye çalışmak yerine neden bu şekilde düşündüğünü sorun. Altında yatan nedeni anlayıp onu düzeltin.

  • Kıyaslamayın, taraf tutmayın, müdahale etmeyin.

Kardeşleri birbiriyle kıyaslamaktan kaçının. Her birinin farklı bireyler olduğunu ve yaş farkları ne olursa olsun çocuk olduklarını unutmayın. “Sen abisin/ablasın.” “Ya da o büyüktür, yapar” gibi ifadeler kardeşlerin rekabet duygularını besleyebilir.

Sorunlarını kendi aralarında çözmeye teşvik edin. Kendi aralarındaki çatışmalara, fiziksel bir kavgaya dönmediği sürece karışmayın.

  • Eşit değil adil davranın.

Pek çok ebeveyn bir çocuğa bir şey alırken diğerine de aynısını almanın, ikisine de aynı şekilde davranmanın eşitliği sağlayacağını düşünür. Oysa her çocuğun ihtiyacı farklıdır. Bazı çocukların duygusal ihtiyaçları daha yoğun olabilir. Böyle bir çocuğa özel ilgi göstermek ayrımcılık anlamına gelmeyecektir.

  • Kardeşler arası paylaşımı ve dayanışmayı teşvik edin, ancak zorlamayın.

Kendi aralarında iş bölümü yapmalarına olanak sağlayacak oyunlar kurun, maddi manevi paylaşımda bulunmaları konusunda yönlendirici olun, ancak bu davranışları dayatmayın. Örneğin büyük kardeşin oyuncağını küçük olana verirken büyüğün fikrini almayı ihmal etmeyin.

  • Oyun terapisi desteğini göz önüne alın.

Kardeş kıskançlığı nedeniyle ilişkilerin çıkmaza girdiği noktalarda çocuklarla oyun terapisi yardımıyla sorunun altında yatan neden tespit edilebilir ve bu kıskançlığın kronikleşip uzun vadeli sonuçları olan bir davranış bozukluğuna evrilmesinin önüne geçilebilir.

Psikoterapiye Başlarken Bilinmesi Gerekenler


Yoğun tempolu bir hayat, tatmin edilemeyen beklentiler, yaşadığımız ya da şahit olduğumuz duygusal travmalar, sorunlu ilişkiler… Çoğumuzun hayatında, ilerleyemediğimizi hissettiğimiz, tıkandığımız, baş edemediğimizi farkettiğimiz sorunlarla yüz yüze kaldığımız dönemler olmuştur. Böyle dönemlerde bir profesyonelden destek alma fikri her zaman iyi bir seçenektir.

Psikoterapi, bireylerin duygusal ya da davranışsal sorunlarını, kaynağına inerek azaltan ya da çözümleyen, böylece onların yaşam kalitelerini yükseltmeyi amaçlayan tekniklerin bütünüdür. Süreç, danışan ve psikoterapist işbirliğiyle, danışanın sorunları üzerine çalışılarak ilerler.

Eğer, bir uzmandan yardım almaya karar verdiyseniz, aşağıdaki konuları önceden bilmeniz sürecin daha hızlı ve sağlıklı ilerlemesine yardımcı olacaktır.

Psikoterapistiniz size ne yapmanız gerektiğini, neyin doğru olduğunu söylemez.

Psikoterapist, bu süreçte daha çok yol arkadaşı gibidir. Size doğru sorular sorarak kendinizi keşfetmenize yardımcı olur. Bu noktada siz ne kadar açık ve istekli olursanız süreç o kadar kolaylaşır. Ancak, “Peki, ben şimdi ne yapayım?” sorusuna psikoterapist yanıt vermez, vermemelidir.

Psikoterapi, siz ihtiyaç duyduğunuz süre boyunca devam eder.

“3 seansta kesin çözüm!” gibi söylemlerin psikoterapi dünyasında yeri yoktur. Psikoterapinin ne zaman sonlanacağına terapist ve danışan birlikte karar verirler. Bu süreç birkaç ay sürebileceği gibi birkaç yıl da sürebilir. Dolayısıyla, birkaç seansta aradığı çözümü bulamayanlara sabırlı olmaları önerilir. Ayrıca, danışanının artık psikoterapiye ihtiyaç duymadığını fark ettiği anda süreci sonlandırmak konusunda psikoterapi etiği açısından terapist sorumludur.

Psikoterapide ilaç kullanımı şart değildir, ancak gerekli durumlarda önerilebilir.

Psikiyatrlar dışındaki ruh sağlığı çalışanlarının ilaç yazma yetkisi yoktur. Ancak danışanın durumuna göre, terapisti uygun gördüğü takdirde, ilaç için bir psikiyatriste yönlendirebilirler. Psikiyatristler, üniversitelerin tıp fakültelerinden mezun olup bu alanda uzmanlaşmış tıp doktorlarıdır. Dolayısıyla ilaç yazma yetkileri vardır. Her psikoterapi ilaç tedavisi gerektirmez. Bu nedenle, psikoterapiye ilaç talebiyle gitmek yerine, terapistle bu durumu konuşarak onun yönlendirmelerini almak en doğrusu olacaktır.

Psikoterapi boyunca konuşulanlar kesinlikle gizli kalır.

Bu, psikoterapi etiğinin en temel maddelerinden biridir. Ancak, çocuklarla yapılan terapilerde, terapistin gerekli gördüğü durumlarda çocuğun da bilgisi dâhilinde aileye bilgi verilebilir. Ayrıca, terapistlerin kendi gelişimleri için aldığı süpervizyon denilen görüşmelerde hocalarıyla konuşup onlardan yönlendirme alabilirler. Bu da kesinlikle psikoterapist ve süpervizör arasında kalır ve farklı yerlere taşınmaz.

Psikoterapistinizi değiştirebilirsiniz.

Eğer ilerleyen seanslar sonucunda hala psikoterapinin size fayda sağlamadığını düşünüyorsanız, psikoterapistinizle doğru bir frekans yakalayamadığınız kanısındaysanız ya da psikoterapistinizle aranızda bir güven zedelenmesi oluşmuşsa terapiyi sonlandırabilirsiniz. Ancak unutmamanız gerekir ki, terapi boyunca konuşulan konuların zorluğu da psikoterapistinizle olan ilişkinize bakışınızı etkiler  ve bu arzunuz kendinize karşı bir sabotaj olabilir. Psikoterapi medyada yaratılan algının aksine “modunuzu yükseltmez” çoğunlukla zorlu konuların gündemde olduğu uzun ve sancılı bir süreçtir. bu süreçte dönem dönem danışanda kaçmak ve sıkıntılı meselelerle uğraşmaya son vermek isteği uyanması olağandır, bu hislerinizi açıkça terapistinizle paylaşmak verimi artıran bir hamle olacaktır.  Bu nedenle, bu kararı vermeden önce birkaç seans daha beklemek faydalı olacaktır.

Ayrıca, kısa aralıklarla, çok sayıda psikoterapist değiştirmiş bir danışanın durumu da ayrıca ele alınmalı, danışanın geçmiş deneyimleri, güven ve bağlanma temaları açısından ele alınarak sürekli ve tutarlı ilişkiler kurma konusunda danışan için bir kendini keşif süreci başlayabililir.

Psikoterapistinizle seanslar harici görüşemezsiniz.

Bu da psikoterapinin bir diğer etik kuralıdır. Tıpkı doktor-hasta ilişkisinde olduğu gibi psikoterapistler de danışanlarıyla danışan-terapist ilişkisi dışında bir ilişki kurmazlar, seanslar dışında ya da psikoterapi sonlansa dahi ilişkilerini devam ettirmezler.

Tüm bu farkındalıkla h bir terapi süreci hem danışan hem terapist açısından çok daha sağlıklı ilerleyecektir.

MS Hastaları için Psikoterapi Desteği Projesi

Bursa Multipl Skleroz Derneği, Klinik Psikolog Deniz Ağar,
nörolog hekimler Dr. Ali Özhan Sıvacı ve Dr. Meral Seferoğlu işbirilği ile hayata geçirilen MS Hastaları için Psikoterapi Desteği projesi Klinik Psikolog Deniz Ağar ofisi ev sahipliğinde sürüyor.

Proje nörolojik ve psikolojik test uygulamalarını, bireysel terapiler ve grup terapilerini kapsıyor ve Klinik Psikolog Deniz Ağar tarafından yürütülüyor.

“Nasıl Daha Mutlu?” – TedX Konuşması

” Nasıl daha mutlu bir insan olabiliriz” konuşması TedX Nilüfer organizasyonunun en çok izlenen konuşması oldu. Klinik Psikolog Deniz Ağar’ın psikoloji, matematik ve edebiyat kavramlarını bir arada kullanarak hazırladığı TedX konuşması mutluluk ve mutsuzluk kavramlarını yeniden inceleyerek, kişinin kendisini mutlu etmek için mutsuzluğunu nasıl irdelemesi gerektiğine dair ipuçları veriyor.