Blog

Psikoterapi Hakkında Bilmeniz Gerekenler

Size uygun terapiyi ve terapisti ararken dikkat etmeniz gereken birkaç hususu paylaşmak isterim. 

Terapistinizi seçerken

Psikologların bir meslek yasası ve meslek odası olmadığından devletin denetleme mekanizmaları belli standartları ve danışan olarak haklarınızı korumak anlamında yetersiz kalmaktadır.  Bu nedenle hizmet aldığınız kişinin yeterliliğini araştırmak sizin sorumluluğunuzdadır. 

Etik açıdan bir kişinin psikoterapi hizmeti sunabilmesi için Klinik Psikolog ya da geçerliliği olan bir psikoterapi eğitiminden geçmiş bir psikiyatr olması gerekir. 

Klinik psikolog; Psikoloji veya Psikolojik Danışma ve Rehberlik lisans eğitimi sonrasında, Klinik Psikoloji yüksek lisansı yapmış veya diğer lisans eğitimleri sonrasında Psikoloji veya Klinik Psikoloji yüksek lisansına ilaveten Klinik Psikoloji doktorası yapmış kişidir.

Terapistinizi seçerken bu koşulları karşılıyor olmasına dikkat etmenizi öneririm. 

Kimden hizmet alacağınıza karar vermeden evvel ruh sağlığı alanında çalışanların yetkinlik alanlarını öğrenmek için linke tıklayablirsiniz.

Terapi seansına dair dikkate almanız gerekenler

Nitelikli bir psikoterapi seansı 45-50 dakika sürer.  Elbette özellikle devlet kurumlarında yoğunluk nedeniyle bu koşul sağlanamayabiliyor. Ancak özel bir hizmet alacaksanız ve görüşme süreleri ideal sürelerin altındaysa maddi kaygılarla aldığınız hizmetin kalitesinden ödün veriliyor olabileceğini göz önünde bulundurun.
Psikoterapide seans sıklığı genellikle haftada en az bir görüşme şeklindedir. Ancak psikoterapistin yönelimi ve danışanın hayat şartlarına göre sıklığın arttığı ya da azaldığı görülebilir. 

Klinik Psikolog Deniz Ağar

Dina: Duygularıyla Baş Başa Yayında

Hale Özdemir’in yazdığı, Gökhan Bayram’ın resimlediği ve Deniz Ağar’ın Gözden Geçirdiği Resimli Roman Dina: Duygularıyla Baş Başa Sola yayınlarından çıktı.

Bu kitapta, Dina’nın duygularını keşfetme arzusuyla çıktığı yolculukta başından geçenler anlatılıyor. Dina, güneşin hiç batmadığı, sadece mutlu insanların olduğu bir yer olan Ayçiçek Kasabası’ndaki evinden mevsimleri, insanları ve duyguları tanımak için kedisi Biber ile yola çıkıyor. Peki ya sadece okulun arkasındaki gölün kenarında uyuyakaldıysa ve tüm bunlar bir rüyaysa? 


Uzman Psikolog Deniz Ağar tarafından incelenen, onaylanan ve Umut Kısa tarafından editörlüğü yapılan Dina’yı çok seveceksiniz

Sola Unitas

2 Yaş: Kimin Sendromu?

Merhaba Sevgili Anneler,

2 yaşına yaklaşan bebeğinizin huyunda suyunda bir takım değişiklikler mi var? Vurmaya, bağırmaya, inatlaşmaya, tutturmaya mı başladı? Uyumak, üstünü değiştirmek, yemek yemek gibi sıradan günlük ihtiyaçların giderilmesi bile küçük bir meydan muharebesini mi andırıyor?

Öncelikle sakin olun! Bunları yapmaya başlaması bebeğinizin sağlıklı gelişiminin bir işareti. Her şeyden önce, bunları yapan bebeğin ihtiyacını anlamak gerek. Bebeğiniz, yürümeye başlamasıyla birlikte sizden bağımsız olarak var olabileceğinin ayırdına varmaya başladı.  Varlığının dünyada bir karşılığı var mı?  Bir şeyi kırabilir mi? Birinin canını yakabilir mi? Bunları anlamaya ve varlığının sınırlarını belirlemeye çalışıyor. Öte yandan, sizden bağımsız karar alabileceğini yani; özgür iradesinin varlığını keşfediyor. Dolayısıyla heyecanlı ve yeni keşifleriyle fazlasıyla meşgul!

Dünyaya geldiğinizden beri birinin sizi canı istediği zaman bir yerden bir yere taşıdığını, canı istediğinde doyurduğunu, canı istediğinde altınızı temizlediğini düşünün. Bunları kendi başınıza yapma becerisi elinize geçince, bakım veren kişi size ne kadar iyi bakmış olursa olsun, bağımlı yaşanan günlerin acısını çıkarırcasına özgürlüğünüze koşmaz mıydınız?  

Bebeğinizin karnı aç olsa bile istemezse yemek yemeyebileceğini deneyimlemenin ona ne büyük bir haz vereceğini hayal etmeye çalışın.

Madem bu dönem bebeğin gelişiminin olağan bir parçası neden “sendrom” olarak anılıyor? Bunun iki nedeni olabilir. Birincisi, bu dönemde bebeklerindeki davranış değişiklikleriyle nasıl baş edeceğini bilemeyen ebeveynler nedeniyle, bebeğin zaten zorlu olan bu gelişim sürecinin daha da içinden çıkılmaz hale gelmesi olabilir. İkincisi ve belki de birincinin de nedeni; bebek gelişiminin doğal bir getirisi olarak anneden bağımsızlaşmaya hazır olduğu halde, annenin bebeğinin kendisinden bağımsızlaşmasına henüz hazır hissetmemesi olabilir. Haydi anneler bir birimize dürüst olalım. Bebeğinizin büyüdüğünü görmek elbette sizleri sevindirip gururlandırıyor ama içten içe bebeğiniz üzerindeki hayati etkinizin azaldığını görmek bir burukluğa neden oluyor olabilir mi? Neticede bir insanın hayatını sürdürmesinin her bakımdan size bağlı olması, getirdiği zorluğun yanında müthiş bir tatmini de getiriyor. Bir nevi bebeğinizin dünyasının tanrıçası oluyorsunuz. Özellikle de kendilerini tatmin eden başka kaynakları olmayan ya da çok az kaynağı olan anneler açısından, böyle kudretli bir pozisyon manen çok tamir edici olabilir. Örneğin, bebeğinin dünyaya gelmesiyle birlikte hayatının bir anlam kazandığını düşünen bir anne bebeğinin bağımsızlaşmasını bir kazanımdan çok bir kayıp gibi deneyimleyebilir ya da çocukluğu boyunca çok katı sınırlar içinde büyütülmüş ve yetişkinliğinde bunun getirdiği sıkıntılarla baş etmek zorunda kalmış bir anne çocuğunu bu dönemde yasaklar ve sınırlarla bunaltmamak arzusunda olabilir. Bu durumda annenin kendisine şu soruyu sorması elzemdir: Bu kimin ihtiyacı? Çocuğun mu? Benim mi?

 Gelin bu yaş dönemindeki çocukların psikolojik ve sosyal gelişiminde neler olduğuna yakından bakalım. Çocuk gelişimini farklı açılardan ele alan pek çok teori olsa da ben bu dönemi sizlere gündelik hayatta rahatlıkla gözlemlenebilir olan ve dolayısıyla en anlaşılır bulduğum Erikson’un Psikososyal gelişim evreleri teorisi ile kısaca açıklayacağım.

8 aydan 3–4 yaşa kadar devam eden  bu evrenin çatışması özerkliğe karşı utanma ve şüpheciliktir. Bu  dönemde siz anne ve babalar çocuğa tanıyacağınız özgürlük ve getireceğiniz sınırlar konusunda ideal bir denge yakalayabilirseniz çocuk bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlatacaktır. Ebeveynler bu dönemde çocukların çevrelerini keşfetmelerine olanak tanırlarsa çocuklarda otokontrol ve özgüvenin temelleri atılır. (Her an tedirgin ve endişeli bir ebeveynseniz bu kısma dikkat!) Çocuğunuz henüz bağımsızlaşma denemelerinde yenidir ve dolayısıyla başlangıçta tedirgindir. Bu nedenle kolayca vereceğiniz tepkilerden etkilenip yaptığı şeyden utanabilir ve bunu utanılacak şeyler havuzuna atabilir ya da yeni meraklarına dair şüpheci ve kaygılı bir tutum sergilemeye başlayabilir.

Eğer çocuğa yeni becerilerini keşfedip geliştirmesi için alan açmazsanız, sizden bağımsızlaşmasını desteklemez ve bu konuda onu yüreklendirmek yerine sürekli ürkütürseniz Onu koruyacağım diye sınırları fazlaca daraltmış ve ona büyüyüp olgunlaşması için hareket alanı bırakmamış olursunuz. Böyle çocuklarda bir süre sonra kendi başına hiç bir şey yapamayacağı ve yapmaması gerektiği duygusu yerleşip karakterinin belirgin bir parçası haline gelir. Örnek verecek olursak, hem çocukluk yıllarında hem de yetişkinliğinde yapılan her şeyin mükemmel olması gerektiği, hatadan kaçınmak için kurallara sıkı sıkıya bağlı olmak gerektiği düşünceleri yerleşebilir.

Ancak başta da söylediğim gibi bu yüreklendirme konusunda ve sınırlar koyma konusunda dengeyi bulmak gerekir çünkü  çocuğun ieride ruhsal açıdan sağlıklı bir yetişkin olabilmesi için utanmayı ve şüphe duymayı da öğrenmesi gerekir. Yoksa uygunsuz derecede cüretkâr olabilir. Bu da çocuklukta ve ileriki yaşlarda ileriyi ve yeteneklerinin sınırlılığını düşünmeden  işlere adım atmalarına sebep olur. Örneğin, henüz yüzmeyi çok iyi öğrenmediği halde aslan oğlunuz olduğu için derinlerde de kolaylıkla yüzebileceğini düşünebilir ya da ileride o alandaki yeterliliğini doğru değerlendirmeden işlere atılıp kısa sürede iflas bayrağını çeken  yetişkinlerden biri olabilir.

Siz sevgili ebeveynler eğer bu dönemde çocuğunuzun bağımsızlaşma çabaları karşısında sükunetinizi koruyabilir, tanıyacağınız özgürlükler ve sınırlamalar konusunda dengeli davranabilirseniz, çocuğunuz bu zorlu süreci, ileride özgür ve güçlü bir iradesi olan, kararlı bir yetişkin olma yolunda sağlam temellerle ayrılacaktır.

 Son bir hatırlatma olarak ebeveyn olarak elbette ki zaman zaman hatalı davranma payınız saklıdır. Öyle bir iki kez paniğe kapılmanız kendine güveni olmayan bir çocuk yetiştireceğiniz anlamına gelmez. Fakat, bu yaş döneminin sorunlarıyla baş etmekte zorlanıyorsanız ruh sağlığı alanında bir profesyonelden destek almayı ertelemeyin. Çalışma hayatım boyunca çocuklarla çalışan psikoterapistlerin küçücük tavsiyelerinin bile ebeveyn ve çocuk arasındaki çatışmaları çözmekte çok etkili olabildiğine şahit oldum. Hem bu alanda bir profesyonel hem de bir insan olarak tavsiyem odur ki: Ne kendinizi yıpratın ne de çocuğunuzu. Çocuğunuzla savaşırken harcadığınız enerjiye hem kendiniz hem çocuğunuz için ihtiyacınız var. Üstelik bu dönemin çocuğunuzun nasıl bir yetişkin olacağı üzerinde kalıcı bir etkisi var.

Bu sıkıntılı süreci bir fırsata çevirebilir ayrılık ve bağımlılık gibi konulardaki hassasiyetlerinizi fark etmek, bu hassasiyetlerin sebeplerini araştırmak ve 2 yaşında bir çocukla bile baş etmenizi güçleştirdiğine göre belli ki artık işlevini yitirmiş baş etme becerilerinizin yerine yeni ve yaşam kalitenizi artıracak olanları koymak için terapiye başlayabilirsiniz.

Klinik Psikolog Deniz Ağar

Psikoterapi nedir, ne içindir?

Psikoterapinin hedefi “değişim”dir. Yaşadığınız zorluklarla baş etmenizi zorlaştıran duygu, düşünce ve davranışlarınızı değiştirerek; yaşam ve ilişki kalitenizi artırır. Bunu yaparken de geçici ve gündelik çözümler üretmek yerine; köklü ve kalıcı çözümler üretmeyi amaçlar.

Peki psikoterapi bunu nasıl yapar?

Bugünkü karakterinizi bir duvar olarak düşünün. Senelerce iyisiyle kötüsüyle duygu, düşünce ve davranışlarınızı ve bütün deneyimlerinizi üst üste koyarak ördüğünüz bir duvar. Terapide hedefimiz bu duvarı zayıf düşüren noktaları ve onu ayakta tutan kolonları keşfetmek; gerekli yerlerde malzeme ve tasarım değişiklikleriyle tamir etmektir.

Elbette bu köklü ve zorlu bir çalışmadır. Bu nedenle danışan ve psikoterapistin iş birliğine ve disiplinli çalışmasına ihtiyaç vardır.

Kısa sürelerle gittiğiniz ya da uzun aralıklarla gittiğiniz görüşmeler psikoterapi değil psikolojik danışmadır. Duvarın bir süre daha yıkılmaması için destekler sunsa da bu psikolojik danışmalarla yapılabilecekler sınırlıdır. Bu nedenle bir –iki görüşmeden sonra psikoterapi konusunda hayal kırıklığına uğrayan kişiler aslında psikoterapi sürecine bir şans vermiş sayılmazlar.

Köklü ve kalıcı değişiklikler için, temelden bir araştırma sürecine girmeli, adım adım ve sabırla duvarınız yani kişiliğiniz üzerinde çalışmalı, gerekirse her taşı tek tek sökerek altında yatanları; onu zayıf düşüren ya da güçlendiren harçları keşfetmelisiniz. 

İşte gerçek değişimi getirecek olan bu çalışma psikoterapidir. Bu çalışmayı yürütmek için haftada en az bir ya da iki kere en az kırk beş dakika süren düzenli görüşmeler yapacağınız uzun soluklu bir süreç gereklidir. Aynı zamanda, psikoterapist ve danışanın yoğun zihinsel çalışmaları ve iş birliğine ihtiyaç vardır.

Bu süreçte terapist yol gösterici değil, yol arkadaşı pozisyonundadır. O bir duvar ustası olsa da; kendi duvarınızı, malzemelerinizi, tasarımınızı en iyi siz bilirsiniz. Dolayısıyla psikoterapi süreci iş birliğine dayanır.

Siz zayıf yanlarınızı gösterme konusunda ne kadar cesur olursanız tamir süreci de o denli verimli olacaktır. Kendinize dair merak ve zayıf yönlerinizi görme ve gösterme cesaretiniz terapinin itici gücünü oluşturur. Siz de sıkıntılarınızla baş etmenizi güçleştiren duygu, düşünce ve davranışlarınızı değiştirmek ve kendinizi yeniden tanımak istiyorsanız, daha fazla ertelemeden bir psikoterapiste başvurarak kendinize doğru bir yolculuğa çıkın.

Klinik Psikolog Deniz Ağar

Çocuklar İçin Duygularla İletişim Becerileri 2. Baskıda

Çevirisini Deniz Ağar’ın yaptığı Çocuklar için Duygularla iletişim Becerileri 2. baskısını yaptı. Sola yayınlarından çıkan kitap Yaratıcı Başetme Becerilerinden sonra yine ebeveyn ve profesyoneller tarafından ilgi gördü.

Bu kitap zorlu duygularla ve stresle baş etmeye çalışan çocuklara yardımcı olmak için hazırlanmıştır. İçeriğinde eğlenceli aktiviteler, oyunlar ve hikâyeler vardır. İlgi çekici sanat aktivitelerinden oyunlara, karşılıklı etkileşimi olan hikâyelerden dinlendirici meditasyonlara kadar tüm çalışmalar özenle yapılandırılmıştır. Her bir bölüm, belirli becerileri geliştirmek veya davranış sorunlarını çözmek amacıyla oluşturulmuştur. Çocuğun ebeveynler ya da profesyonellerle yaptığı konuşmalardan öğrendiklerinin dışında, yeni yaşam becerileri kazanması ve bunları devam ettirmesi için belirli hedefler önerilmiş ve pozitif ifadelere yer verilmiştir.

Bu kitaptaki aktiviteler, 3-12 yaş arasındaki çocukların ebeveynleri, öğretmenleri, danışmanları, oyun terapistleri, sosyal hizmet görevlileri ve çocuklarla çalışan tüm profesyoneller için eğlence dolu, kolay ve yapıcı proje fikirlerini geliştiren özellikler taşıyor. Çocukların kendi iç dengelerini sağlayabilmeleri ve duygularını daha güçlü bir şekilde kavrayabilmeleri için eşsiz bir kaynak.

SOLA UNITAS

Bu kitap zorlu duygularla ve stresle baş etmeye çalışan çocuklara yardımcı olmak için hazırlanmıştır. İçeriğinde eğlenceli aktiviteler, oyunlar ve hikâyeler vardır. İlgi çekici sanat aktivitelerinden oyunlara, karşılıklı etkileşimi olan hikâyelerden dinlendirici meditasyonlara kadar tüm çalışmalar özenle yapılandırılmıştır. Her bir bölüm, belirli becerileri geliştirmek veya davranış sorunlarını çözmek amacıyla oluşturulmuştur. Çocuğun ebeveynler ya da profesyonellerle yaptığı konuşmalardan öğrendiklerinin dışında, yeni yaşam becerileri kazanması ve bunları devam ettirmesi için belirli hedefler önerilmiş ve pozitif ifadelere yer verilmiştir.

Bu kitaptaki aktiviteler, 3-12 yaş arasındaki çocukların ebeveynleri, öğretmenleri, danışmanları, oyun terapistleri, sosyal hizmet görevlileri ve çocuklarla çalışan tüm profesyoneller için eğlence dolu, kolay ve yapıcı proje fikirlerini geliştiren özellikler taşıyor. Çocukların kendi iç dengelerini sağlayabilmeleri ve duygularını daha güçlü bir şekilde kavrayabilmeleri için eşsiz bir kaynak.

Çocuklar için Yaratıcı Baş Etme Becerileri 6. baskıda

Klinik Psikolog Deniz Ağar’ın çevirisini yaptığı Bonnie Thomas’ın Çocuklar için Yaratıcı Baş Etme Becerileri kitabı 6. baskısını yaptı. 

Travmatik durumlar ile baş etme konusunda son derece kullanışlı bilgiler içeren kitap hem ebeveynler hem de ruh sağlığı profesyonelleri için çok iyi bir kaynak.

Anksiyete ile yaşamaya mecbur değilsiniz!

Anksiyete korkuya benzeyen bir duygudur.  Sanki kötü bir haber alacakmış, bir felaket olacakmış gibi nedeni belli olmayan bir sıkıntı, bir endişe duygusu olarak deneyimlenir. Hafif bir tedirginlik ve gerginlikten panik nöbetlerine varan bir yelpazede yer alır.

Yaygın anksiyete bozuklukları, panik bozukluk, panik atak, takıntılar, performans ve sınav kaygıları, sosyal fobi ve diğer özel fobileri besleyen kaynak anksiyetedir.

Anksiyete sizi duygusal olarak kemirmesinin yanında fiziksel sıkıntıları da kamçılar :

Kan basıncının yükselmesi, kalbin daha hızlı atmaya başlaması, çarpıntı, kaslarda gerginlik, kılların dikleşmesi, göz bebeklerinde genişleme, ağız kuruması, yüzde solukluk ya da kızarma, terleme, sık sık tuvalete gitme ihtiyacı, öğürme ve bazen kusma, boğazda düğümlenme, solukn almada güçlük çekme, ellerde ayaklarda soğukluk ya da karıncalanmalar vb.

Aslında tüm bu etkiler bir tür “yanlış alarm” sebebiyle yaşanır. Bedenimiz evrimsel olarak geliştirdiği bir alrm sistemidir bu. İnsanlık olarak henüz doğayla iç içe yaşadığımız dönemlerde hayatımızı tehdit edecek canlılarla da gündelik hayatımızda karşı karşıya kalıyorduk. Diyelim karşımıza iri bir hayvan çıktı, fiziksel olarak onu alt edemeyeceğimize göre yapılacak en iyi şey hızla kaçmaktır. Ancak karşımıza çıkan hayvanı alt edebileceğimizi düşünürsek o zaman ikinci seçenek devreye girer; o da dövüşmek. Yani hayati bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımıza iki seçeneğimiz var kaçmak ya da dövüşmek. Dikkatinizi çektiyse bunların ikisi de fiziksel bir eforu ve hızla harekete geçmeyi gerektirir. o dönemlerde hayatta kalmamız ne kadar hızla bu mod değişikliğini yapabildiğimize bağlıymış. Bu nedenle beynimizde bir acil alarm düzeneği gelişmiş. Tehdit altında hissettiğimizde bizi kaçmaya ya da dövüşe hazır hale getiren bir sistem: otonom sinir sisteminin aşırı etkinliğe geçişi. Bugün artık hayatımızı tehdit eden hayvanlarla iç içe yaşamıyoruz ama kalabalık bir mekan, üstünüze gelen bir patron, kontrolünüz dışında gelişen olaylar ve tek tek saymanın mümkün olmadığı sonsuz şey bizlere tehdit altında hissettirebiliyor. Bunlarla baş etmenin en iyi yolu;  yanlışlıkla devreye giren alarm sistemini durdurmayı öğrenmek ve onu neyin tetiklediğini yani size nelerin ve neden tehdit altında hissettirdiğini keşfetmek olacaktır.

Anksiyete ile yaşamaya mecbur değilsiniz, yaşam kalitenizi artırmak için bir adım atın; psikoterapi randevunuzu alın.

Klinik Psikolog Deniz Ağar